SİDDARTHA DAN BİR ÖYKÜ


Her zamanki gibi yalnızdı yine. Hava rüzgarlıydı, soğuktu, çok soğuktu ! ve O’ da bulunduğu yerden kalkıp sıcak bir şeyler içebileceği o küçük ve ucuz kafeteryaya gitti. Her zaman gittiği bu küçük kafeteryadaki herkes için onun yüzü tanıdık , dost bir yüzdü.

Sakallarını kesmeyeli ya da kesemeyeli oldukça uzun zaman geçmişti. Yanlardan epeyce ak düşmüş olan uzun ve kirli saçlarını yolda bulduğu bir lastik parçası ile toplamıştı kafeteryanın tuvaletindeki aynaya bakarak. Yüzündeki çizgilerinin sayısı değil de derinlikleri artmıştı sanki. Ellerini , gittikçe zayıflayan yüzünü yıkadıktan ve sağ dirseği yırtık kazağındaki buruşuklukları düzelttikten sonra (Ellerini ve yüzünü sıcak su ile yıkayabileceği tek yer di bu kafeterya) gidip kafeteryanın giriş kapısına en yakın masaya oturdu her zaman ki gibi (ve yine her zaman ki gibi midesi isyan ediyordu kendisine -istemeden de olsa- yapılan bu işkenceye.). Kafeteryanın camlarındaki buğular dışarıda ki dondurucu havaya nazire yaparcasına gittikçe kalınlaşıyordu. Ne içeriden dışarıyı ne de dışarıdan içeriyi görmek mümkün olmuyordu.

Gelen garson kız ne istediğini sormamıştı, çünkü biliyordu. Bu genç adam her sabah gelir, bir fincan sütlü, şekersiz kahvesini içer, çöreğini yer ve kalkıp giderdi. Para ödemezdi, çünkü aptalca da olsa kafeteryanın sahibi onun uğurlu olduğuna inanırdı. Bir fincan kahve ile bir çörekle de iflas edilmezdi hani.

Yine hafta içi her gün yaptığı gibi tren istasyonuna gidecekti. Burada valiz taşınan küçük arabaları etraftan toplayıp biriktirme bölümüne getirir ve her araba başına küçük bir ücret alırdı. İstasyona hafta içi gelmesinin nedeni ise iş günleri olan bu günlerde trenleri kullanan yolcu sayısının fazlalığı (Dolayısıyla valiz taşıma arabalarının kullanım fazlalığı) ve her işgünü sabah ve akşam bu istasyondan trene binen ve trenden inen o güzel yüzlü kız idi. Belki de gerçek neden kızı görme isteği idi, kim bilebilir ?

Kız O’ nun günlerinin rengini kahverenginden maviye döndürmüştü. Gün doğarken güneşe bakmaya ihtiyacı yoktu çünkü kız güneşin ta kendisiydi. Bedenini tatlı ve sürekli bir sıcaklık sarmıştı o rüya kızı ilk gördüğü andan itibaren.

Kıza bir isim takmıştı : Beatrice.

Beatrice ismini şehirdeki eski kitaplar satan bir kitapçıdan duymuştu. Kitapçı O’ na Dante ‘nin Beatrice’ e olan aşkını anlattığında çok etkilenmişti. Hayatında hiç Dante okumamıştı ama Beatrice ismini çok sevmişti .Hayalinin sevgilisine Beatrice ismini vermeyi çok uygun bulmuştu.

Beatrice her gün istasyona sabah 7:45 de treni ile gelir, akşam 5:45 treni ile tekrar geldiği yere geri dönerdi. O’ da bunu bilir ve uzaktan da olsa yüreğinin gemisini bağlayabileceği bir liman gibi bu kızı sürekli izlerdi.

Beatrice Pazartesi ve Perşembe sabahları elinde çamaşır dolu deri, siyah bir çanta ile gelir, tren istasyonunun içinde bulunan Çamaşırhaneye gider, çamaşırları görevliye verir ve büyük siyah deri çantasını da artık hemen hemen kendisine ait olan bir emanet dolabına bırakırdı. Emanet dolabını kilitledikten sonra gitmesi gereken yere (Ama O kızın nereye gittiğini bilmezdi) giderdi. Akşam dönüşte çamaşırları alır, emanet dolabındaki deri çantaya koyar ve çamaşırları ile birlikte 5:45 treni ile geri dönerdi.

O günde günlerden Perºembe idi ve sabah 7:30 treni gelmek üzereydi ve O’ da Beatrice’ in bu trenle geleceğini bilmekte ve beklemekteydi.

Tren geldi, durdu ve O kızın elinde deri çantası ile kendisine doğru geldiğini gördü. Kız hızla yaklaştı ve her zamanki gibi onu fark etmeden (Aslında O’ nun varlığından bile haberdar değildi) yanından geçip çamaşırhaneye doğru yürümeye devam etti.

 

O Beatrice’ i izliyordu. Kız çamaşırları çıkardı, görevliye verdi. Cüzdanını açtı ve tam para verecekken kredi kartı cüzdanından sıyrılıp yere düştü. Ama ne görevli adam ne de kız bu olayın farkına varamadılar. Sadece O gördü olanı biteni. Kız deri çantasını götürüp emanet dolabına koydu, dolabı kilitledi ve hızlı adımlarla çamaşırhaneden ve daha sonrada istasyondan uzaklaştı.

 

O Beatrice’in gittiğinden emin oluncaya dek bekledi. Evet artık kız gitmişti ve O’ da hızla çamaşırhaneye gitti. Kredi kartı orada yerdeydi hala.

Kredi kartını yerden aldı ve elinde tuttu bir süre, sonra kartta yazan isime bakacak oldu. Bakmadı , bakamadı. Çünkü öğrenmek istemedi, yada içindeki o duygu (yalnızlık ve istenmeme duygusu) öğrenme isteğini köreltiyordu. Hem O kıza Beatrice ismini vermemiş miydi zaten ? Hem gerçek adını öğrense ne çıkacaktı , ne geçecekti ki eline ? Böyle bir kızla ne gibi bir şansı olabilirdi ki zaten ?

Kartta yazan isime bakmadan, kartı kızın deri çantasının da içinde bulunduğu emanet dolabının (Dolabın üst kısmında bulunan ince aralıktan) içerisine attı.

Çamaşırhaneden ayrılıp istasyonun içinde valiz taşıma arabalarını toplamaya başladı. Dışarıdan birkaç arabayı istasyonun içine getirdi ve toplanma yerine bıraktı. Getirdiği araba sayısı kadar bir ücret aldı ve istasyondan ayrıldı.

Etrafta gezmeliydi ve yapacak bir şeyler bulmalıydı. Saat henüz yada hala sabahı gösteriyordu. Evet uyumalıydı, biraz da olsa uyumalıydı. Uyumak için kullandığı, araba hurdalığındaki o eski, kırık dökük minibüse gitti. Hep arka kapıdan girerdi minibüsün içine, çünkü yandaki kapı aracın gövdesine kaynakla tutturulmuştu. Eskiden bir manavın kullandığı bu araç yan kapıdan ,bir kaza sonucu darbe almıştı. Bunun sonucunda da çareyi kapıyı kaynakla tutturmakta bulmuşlardı.

Arabanın içinde hazırdı yatağı, kalın yeşil battaniyesi ve yastığı, yumuşacık yastığı. Para vererek aldığı tek şey di yumuşak portakal renkli , üzerinde bir karanfil şekli çizilmiş olan bu yastık. Çok beğenmişti onu ilk gördüğünde o vitrinde. Tek güzel şeydi o vitrindeki. Aslında bir uyku yastığı değildi, bir süs yastığıydı daha çok. Ama olsun O seviyordu ya yastığını...

Aylar olmuştu bu minibüse yerleşeli. Çarçabuk geçmişti zaman. Alışmak pek güç olmuştu ama artık rahat edebiliyordu içinde. Zaten şunun şurasında ne kalmıştı ki soğukların bitmesine ?

Küçük bir saksıda bir çiçeği vardı. Çiçeğin cinsini yada adını bilmiyordu. Onu minibüse yerleştikten hemen sonra bulmuştu. Aslında buna bulmak denemezdi. Halka açık bir parktaki çiçeklikten sökmüştü onu. Saksı niyetine kullandığı kap ise eski bir boya tenekesiydi. Çiçeğini arada bir sular ve bazen de onunla konuşurdu.

Minibüse girer girmez uzandı ve uzanır uzanmaz da uyudu. Uyandığında üstünün açılmış olduğunu gördü, üşümüştü. Kalktı, atkısını taktı , kirli montunu giydi ve aynen girdiği gibi arka kapıdan minibüsü terk etti.

Beatrice’ in gelme saati yaklaşmıştı ve O’ da hızla istasyona doğru yol almaya başladı. İstasyona vardığında aç olduğunu hissetti ama cebindeki para onu doyurmaya yetecek kadar değildi. Biraz daha paraya ihtiyacı vardı ve O’ da gidip birkaç araba daha topladı.

Artık yeterli parası vardı. İstasyonda bulunan birkaç küçük restorandan birine girdi ve bir fincan kahve ile bir hamburger alabildi. Parası ancak yetmişti.

Saat 5:25 olmuºtu ve O’ da gidip istasyonun girişindeki merdivenlerde kızı yani Beatrice’ i beklemeye başladı.

Kız merdivenlerde göründüğünde saat 5:30 di. Çok dakikti doğrusu. Doğruca çamaşırhaneye gitti, emanet dolabının anahtarını almak için cüzdanını açtı ve o anda fark etti ki kredi kartı cüzdanının içinde değildi. Paniğe kapılmıştı. Aranıyordu. Çantasını yere boşalttı, arandı, tarandı, ama yine de kredi kartını bulamadı, kaybolmuştu. Eşyalarını yerden toplayıp tekrar çantasına doldurdu. Cüzdanından dolabın anahtarını çıkarttı ve dolabın kilidini açtı.

Dolabın kapağını açar açmaz kredi kartı dolaptan dışarı, aşağıya düştü. Kartı görünce çok şaşırdı, nasıl olmuştu da kart bu dolaba girmişti ? İnanılmazdı, bir anlam verememişti. Kartını cüzdanına koydu. Deri çantasını dolaptan aldı ve dolabı tekrar kilitledi. Ama bu arada o kadar çok vakit kaybetmişti ki 5:45 trenini kaçırmak üzereydi.

Ama O Beatrice’ in bu trene binmesi gerektiğini biliyordu ve kızı izlemeyi bırakıp trenin yanı başına gitti , kızın gelmesini beklemeye koyuldu. Kızın zaman kaybettiğini, çamaşırları deri çantaya koyarken biraz daha zaman harcaması gerektiğini düşündü.

Saat 5:42 olmuºtu. Ama O hala trenin önünde beklemeyi sürdürüyordu. Trenin Bütün kapıları kapanmıştı ve Kondüktör’ de son düdüğü çalmak üzereydi.

Kondüktör yolcuların trenin yanına doğru geçiş yaptığı kapıyı kapatmıştı. Ama kız hala görünür de yoktu.

Artık tren hareket etmeye hazırdı . Kondüktör düdüğünü çaldı.

Tam tren hareket edeceği sırada , tam o anda, O trene yaklaşıp trenin kapısını, kendisine en yakın olan kapıyı açtı ve kapıyı dışarıda açık vaziyette tutmaya başladı.

Kondüktör O’ nun kapıyı açtığını ve açık vaziyette tuttuğunu görmüştü. Hemen yolcu giriş kapısını açıp trene, O’ na doğru hızla yürümeye ve bağırmaya başladı. Saat 5:47 idi ve tren hala istasyonda bekliyordu.

Kondüktör O’ na yaklaşmaya başlamıştı ki tam o anda kız yolcu giriş kapısında belirdi. Deri çantasının kulpundan sıkıca tutmuş trene doğru hızla yürüyordu. Bu arada Kondüktör O’ nun yanına gelmişti ve bağırmaya devam ediyordu. Ama O’ nun kulakları kondüktörü duymuyordu, sadece ve sadece kıza yoğunlaşmıştı bütün duyuları, kızın trene gelip binmesini bekliyordu, istiyordu.

Kız trene iyice yaklaşıp açık kapının yanına geldiği anda O kapının kolunu bırakıp geri çekildi ve Kondüktör de kapıyı kapatmak için itti. Ama kız adımını içeri atmıştı artık.

Kız içeri adımını attı, derin bir nefes aldı ve geriye dönüp baktı. O’ nun gözleri, kızın gözlerinin içindeydi artık. Kız gülümsedi , ne güzel ne temiz bir gülümsemeydi bu. Kız anlamış mıydı ? Anlamıştı , anlamalıydı. Bu gülümseme O’ nun için yeterliydi, beyaz maviyle buluşmuştu ve sanki o istasyon bilinmeyen düşler ülkesi olmuştu onun için. Bir sevda ormanı olmuştu etrafındaki şekiller ve nesneler.

Ve O içinden şu dizeleri sıraladı:

Güzel Beatrice !

Sen ki her yerde bırakıp gittin beni gözlerinle,

Sordun da söylemedim mi sevdiğimi ?

Düşlerin yüreğiyle bırakıp gittin beni...

Son.


VE SEÇTİĞİ BİR ŞİİR...

 

Gün doğmazsa, bir yıldız ışırsa gökyüzünde
Sensin
Gökyüzünde bir başka yıldız ışırsa ay adına
Sensin
Sen benim ilkbaharımsın
Bir elma dalıyüzün-çiçek açmış
Gözlerine vuran ışık gençliğince
Cümle iyilikleriyle yüreğinin
Sen benim aşkımsın


MEYHANE

ŞİİRLER

ŞİİR MP3

MESAJ

SOHBET